Sendikalar işçi sınıfının mücadele örgütleri olmalıdır
Krizin faturasını ödemeyi reddeden, işçi sınıfını bu uğurda mücadeleye çağıran program veya bildirgelerde ortaya konan taleplerin birçoğu doğrudur ve savunulması gerekmektedir. İşçi ve emekçilerin bu talepler arkasında mücadeleye çağrılmaları da son derece gereklidir. Ancak bu talepler uygun bir eylem programıyla desteklenmezse ve başlangıçta en azından sendikalı işyerlerindeki işçiler harekete geçmezse, sonuç farklı olmayacaktır. Son derece önemli olan üçüncü bir husus da budur. Güzel sözler ve doğru fikirler tek başlarına bir işe yaramazlar. Gerçekleşebilmeleri için doğru bir eylem programı ve örgütlü bir mücadele gerekir.
Kriz ortamı bu açıdan önemli fırsatlar da sunmaktadır. Çünkü kriz dolayısıyla burjuvazinin kendine olan güveni ve inancı sarsılmaktadır. Burjuva iktisatçılarının ve politikacılarının karamsar söylemlerinde bunu görmek mümkündür. Dolayısıyla çeşitli araçlarla işçileri örgütlemek ve mücadeleye sevk edebilmek gerekiyor. Ancak bu noktada da devreye, sendikaların yıllardan beri biriken hatalarının işçi sınıfında yarattığı güvensizlik ve umutsuzluk faktörü girmektedir.
Türkiye özelinde düşünecek olursak, 12 Eylül faşizminin devrimci işçi hareketini ezerek sendikaları kendi güdümüne sokmuş olmasının etkileri hâlâ sürmektedir. Buna bir de 90’ların başında SSCB’nin ve Doğu Bloku’nun çökmesi sonucu sosyalist hareketin krizi eklenince, sendikal hareket ve ona bağlı olarak da işçi hareketinin sosyalist hareketle bağları neredeyse tamamen kopmuştur. Bu durum, burjuvazinin işçi sınıfı içindeki ajanları olarak nitelediğimiz sendika bürokrasisinin sendikalar üzerinde rahat bir hâkimiyet kurmasının da önünü açmış ve böylece sendikalar işçi sınıfının mücadele örgütleri olmaktan uzaklaşarak, burjuvazinin işçi hareketini kontrol altında tutmasını sağlayan araçlara dönüşmüştür. 80’li yıllardan beri tüm dünyada esen neo-liberal ekonomi politikalarıyla paralel yürütülen saldırılar da, bu yüzden işçi sınıfınca göğüslenememiş, sendikal hareket ve işçi sınıfı sürekli olarak kan kaybetmiştir. Gelinen noktada, işçiler sendikaları, haklarını koruyacak ve geliştirecek birer mücadele aracı olarak görmediklerinden, sendikalı olmak ve mücadele etmek fikrine de soğuk bakmaktadırlar.
İşte bu güvensizliği ve umutsuzluğu kırabilmenin ilk adımı, sendikaların tabanını oluşturan işçilerin örgütlülüklerinin kâğıt üzerinde kalmaktan çıkartılarak ete kemiğe büründürülmesi ve taban inisiyatifinin önünü açacak girişimlerin güçlendirilmesidir. İşçiler ancak sendikaları kendi örgütleri olarak görür ve gerçekten bir şeyler yapılabileceğine inanırlarsa kavgaya atılabilirler. Bu bağlamda, ‘80 öncesinde pek çok işyerinde bulunan birim temsilciliklerini ve işyeri komitelerini tekrar hayata geçirmek veya canlandırmak gerekiyor. Bu araçlar, sadece sendikalı işçileri değil, işyerindeki tüm işçileri (sendikasız, taşeron, “kapsam dışı” vb.) kapsamaları bakımından da önemlidirler.
Bu araçlar kullanılarak işçilerin özelde krize karşı ve genelde de haklarını koruyup geliştirmek açısından bilinçlenmesi sağlanabilir. Sendikalar, işçileri eğitme ve bilinçlendirme görevlerini yeniden hatırlamalı ve yerine getirmelidirler. Ancak bu eğitimler lafta kalmamalı veya göstermelik olarak yapılmamalıdır. Eğitim örgütlenme içindir. Sendikal eğitimlerin amacı da işçilerin örgütlülüğünü pekiştirmek ve onları mücadeleye sevk etmek olmalıdır, işçileri oyalamak değil.
İşçi sınıfı hareketi meşruluğunu burjuvazinin yasalarından değil mücadelesinin haklılığından alır. Dolayısıyla da, “çok şey yapmak istiyoruz ama sendikal yasaklar müsaade etmiyor” tarzı anlayışlar terk edilmelidir.
abdulrahimkaplan@hotmail.com
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder